Ülkemizdeki tarihi eserler ile gurur duyan bizler bu yapıların restore edilmesinden ve gelecek nesillere aktarılmasında elbette mutluluk duyuyoruzdur. Tarihi eserler sadece bulunduğu toprağın değil tüm insanlığın varlığıdır. Ayasofya kadar Mescid-i Aksa ya da Taj Mahal da insanlığındır. Ancak, bu yapıların ana sorumluluğu bulunduğu toprağa hükmeden millete aittir.
Toplumsal bilgi ve bilincin yığılarak (kümülatif) ilerlemesi beklenir. Yani toplum her geçen devirde kendinden öncekilerden daha bilgili ve medeni olmalıdır. Bunu kıyaslayabilecek en güzel uygulamalardan birisi tarihi yapıların restorasyonunda görülebilmektedir. Depremlere, yangınlara, savaşlara ve yüzlerce yılın yorgunluğuna dayanıp ayakta kalan tarihi yapıların aslını bozmadan onarmaya “restorasyon” denir. Ünlü Türk ressamı ve yazarı Celal Esad Arseven restorasyonu “sanatça tamir” olarak tanımlar. Bu tanımdan yola çıkarsak tarihi yapıların restorasyon işleri sanatçı hassasiyetindeki kişiler tarafından sanatsal duyarlılıkla yapılmalıdır. Bu yüzden her mimar her mühendis restorasyon yapamaz.
Restorasyon kelimesi Fransa’da krallığı son bulmuş bir hanedanın tekrardan tahta çıkması anlamında da kullanılmıştır. Bu durumu mimariye uyarlarsak eserin tekrardan canlandırılması, hayat bulması olarak değerlendirilebilir. Tamir ile restorasyonu birbirinden mutlaka ayırmak lazımdır.
Tarihi yapılarda kullanılan harçlar
Tarihi yapılar daha çok kagir ya da ahşaptan yapılmaktadır. Yüzlerce ve hatta binlerce yıl önce yapılan bir eseri günümüzdeki popüler yapı malzemeleri ile restore etmek hem akıldan uzaktır hem de esere ihanettir. Daha önce “sanatça tamir” olarak tanımladığımız restorasyonda eserin dokusuna, bütünlüğüne, mimarisine ve ait olduğu devrin ve medeniyetin özelliklerine uygun malzemeler seçilmelidir. Oysa günümüzde birçok tarihi eserin çimento ile onarıldığını görüyor ve okuyoruz. Bu aymazlık sonucunda ömrü uzatılmak istenen eser yıkılmadan öldürülmüş oluyor. Bunu medyadaki haberlerden anlayabiliriz.
Bazı skandal haberler:
- Çanakkale’deki 2000 yıllık Apollon Tapınağı’nın bir yüzündeki basamaklar beyaz çimento ve mermer tozu ile kalıp çakılarak yeniden yapıldı.
( http://www.radikal.com.tr/turkiye/apollonun_ustune_tir-1149139 )
- Daha önce çeşitli zamanlarda restorasyona uğrayan Hırka-i Şerif Camii’nin restorasyonunda çimento kullanıldığı tespit edildi.
(http://www.sabah.com.tr/kultur_sanat/2014/12/29/yanlis-restorasyon-uygulamalari-gun-yuzune-cikti )
- Tarihi kale çimentoyla mı restore ediliyor?
( https://www.emlakwebtv.com/tarihi-kale-cimentoyla-mi-restore-ediliyor-15962 )
- Süleymaniye Camisi’nde 50 yıl önce yapılan restorasyon sırasında sütunların dibindeki sanat eserlerinin üstünün çimentoyla sıvandığı ortaya çıktı.
(http://www.haber7.com/kultur/haber/551825-suleymaniyede-tarih-balcikla-sivanmis )
Tarihi yapılarda kullanılan harçlar hakkında Doç.Dr. Hasan Böke ve arkadaşlarının güzel bir çalışması vardır. Bu çalışmadan bir kısmını burada alıntı yapmak istiyorum.
Tuğla kırığı ve kireç kullanılarak hazırlanan horasan harcı ve sıvaları tarihi yapıların inşasında kullanılan en önemli bağlayıcı malzemelerdendir. Tarihi yapıların korunmasına yönelik yapılacak müdahalelerden önce bunların özelliklerinin bilinmesi ve bu özelliklere sahip harç ve sıva üretilerek koruma çalışmalarının yürütülmesi gerekmektedir. Çimento gibi bilinçsizce seçilen malzemelerle yapılan müdahaleler, tarihi yapıların bozulma sorunlarını artırmaktadır. Bu nedenle, çok sayıda araştırmacı tarihi yapılarda kullanılan harç ve sıvaların özellikleri üzerine çalışmıştır.
Yazının devamı: http://www.restoraturk.com/koruma-ve-restorasyon/334-horasan-harci.html
Hidrolik kireç harcı
Hidrolik kireç; hemen hemen tüm medeniyetler tarafından asırlar boyunca kullanılmış bir bağlayıcıdır. Roma zamanında kullanılan hidrolik kireç, su yapılarında kullanılmıştır. Hidrolik kireç su içerisinde sertleşebilmektedir. Türkler tarafından keşfedilen Horasan kireç harcına yumurtanın beyazı, yumurtanın kabuğu, incir yaprağı sütü, kan, yulaf, hayvan kılları gibi farklı maddeler katılarak yüksek performanslı bir harç elde edilmiştir. Selimiye Camii yapımında harca yumurta akı karıştırıldığı bilinmektedir.
Doğal kireç harçlarının kullanım alanları:
- Taş ve tuğla duvar örme işlerinde,
- Tarihi kâgir yapıların onarımı ya da güçlendirilmesinde,
- Kâgir kubbe ve tonozların çatlaklarının onarım işlerinde,
- Mevcut tarihi yapıların taş, tuğla ve duvar örme işlerinde,
- Taş, tuğla ya da almaşık duvarların kaybolan taşıma kapasitelerinin yeniden elde edilmesi amaçlı yapılan onarım işlerinde,
- Onarım veya güçlendirme amaçlı yapılacak olan taş, tuğla ya da almaşık eklentilerin teşkilinde kullanılan bir onarım harcıdır.
Doğal kireç harçlarının özellikleri:
- Uygulaması kolaydır.
- Çimento içermez.
- Asbest içermez.
- Yapışma dayanımı yüksektir.
- Suda çözülür tuzlar içermez.
- Pürüzsüz yüzey sağlar.
- Nefes alabilir, su buharı geçirimliliği yüksektir.
Restorasyon işlerinde çimento kullanıldığında harcın rengi uyuşmaz, tuz içeriği nedeniyle zamanla çiçeklenme oluşabilir, çatlama riski yüksektir. Çimento içeriğindeki tuzların bir diğer olumsuz yanı yapıdaki taşları zayıflatmasıdır.
Sonuç olarak tarihi yapıların restorasyonunda çimentonun yeri yoktur. Doğal hidrolik kireç veya en azından hidrolik kireç kullanılmalıdır. Doğal hidrolik kireç (standardın tam karşılığı olarak) ülkemizde üretilmese de bazı tedarikçiler tarafından ithal edilmektedir. Temin edilmesi de zor değildir.
Yazı bitti, ancak Mimar Sinan’ın üstün dehasını gösteren bir olay ile kapanış yapmak iyi olacaktır.
Bir Mimar Sinan eseri olan Şehzadebaşı Cami´nin 1990´li yıllarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat mühendisi, caminin restorasyonu sırasında yaşadıkları bir olayı televizyonda şöyle anlatmıştı.
Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaat edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık. Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş söküp yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık. Kalıbı yaptık. Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.
Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kâğıt vardı. Şişeyi açıp kâğıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu:
“Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum.”
Koca Sinan mektubunda böyle başladıktan sonra o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu´nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşasını anlatıyordu.
Bu mektup bir inşanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kâğıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarin erişilmez özelliklerindendir. Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.
Yapıtlarıyla birlikte, kişiliğine de hayran kalmamak elde değil. Umarım birçoğumuza örnek olur.
Camii Hakkında ;
Mimar Sinan’ın çıraklık eseri. Kanuni Sultan Süleyman tarafından, genç yaşta ölen oğlu Şehzade Mehmet için yaptırılmıştır (1543-1548). Caminin planı kare şeklindedir. Üzerini 18.42 metre çapınca bir orta kubbe ve bunu tamamlayıcı mahiyette dört büyük yarı kubbe örter. Büyük kubbe dört fil ayağı üzerine oturmaktadır ve yerden 38 metre yüksekliktedir. Camiye 3 kapıdan girilmektedir. Avlu, 12 sütuna dayanan 16 kubbe ile çevrilidir. Avlunun ortasındaki şadırvan, işçiliği ile dikkat çeker. Caminin sağında ve solunda ikişer şerefeli, ustaca işlenmiş 2 minare bulunmaktadır.
(http://www.restoraturk.com/koruma-ve-restorasyon/1075-mimar-sinandan-400-yil-sonrasina-mektup.html)